• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/dilbilimciyamanarikan

Takvim
Site Haritası
Yaman Arıkan
info@yamanarikan.com
Kuran Nedir? (3)
24/08/2014
-... İyilik etmek kötülüklerden sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi tecâvüz etmek hususunda yardımlaşmayın Allah'dan korkun. Muhakkak ki Allah, cezâsı çok çetin olandır (Mâide suresi, âyet: 2). 

Müslümanın başta gelen vasıflarından biri de bu âyette belirtiliyor. Müslümanlar, hayâtta oldukça dâima birbirleriyle yardımlaşacaklar. Hem de birbirlerine iyilik etmek, birbirlerini kötülüklerden sakındırmak hususunda yardımlaşacaklar. Birbirleriyle olan münâsebet ve muâmelelerinde karşılıklı olarak birbirlerine dâima iyilikleri dokunacak. Birbirlerini kötülüğe sevketmeyecekler. Birbirlerini kötülüğe sevkedecek hareket ve davranışlardan sakınacaklar. 

Muhterem okuyucularım gâyet iyi bilirler ki, bu dünyâda iyilik de, kötülük de bize yine bizden yâni birbirimizden gelir. Gökten ne iyilik yağar, ne de kötülük. Hiçbir insanın tepesine gökten ne iyilik yağdığını görürüz, ne de kötülük yağdığını. Yine iyi biliriz ki, bir cemiyette veya bir ülkede kötülerin sayısı ne derece çok ise orada o nisbette huzursuzluk vardır. Demek ki bir ülkede günlük hayâtın huzur, sükûn ve selâmet içinde olabilmesi için orada kötülerin yâni başkalarına veya birbirlerine kötülük yapan insanların bulunmaması lâzımdır. Kısacası, huzurlu bir cemiyet hayâtı için, o cemiyetin fertlerinin birbirlerine karşı iyilik duygularına sâhip olmaları ve ayrıca günlük hayâtta bu duyguları birbirlerine fiilen göstermeleri gerekir. İşte bu hususları tesbit eden ilâhî kelâm: 

- ...İyilik etmek, kötülüklerden sakındırmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi tecavüz etmek hususunda yardımlaşmayın!... buyuruyor. 

Daha önceleri de ifâde ettik. Yine işaret edelim ki, dinin ve Kur'ânın ilk hedefi önce bu dünyâ hayâtını huzura kavuşturmak, önce orada sükunu sağlamaktır. Bu husus, açıkça yukarıdaki âyetten de anlaşılmaktadır. Ümit ederim, Allah'ın kelâmını ölüler kitabı hâline getiren gâfil müslümanlar bu âyet ve tefsiri üzerinde biraz olsun düşünürler de, onun ölülere değil, dirilere geldiğini, ölülere değil dirilere hitâb ettiğini anlarlar. Günlük hayâtta ve bir ömür boyu, müslüman kardeşlerine iyilik etme duygularına sâhip olamayan ve iyilik edemeyen insanların, ölülerinin sene-i devriyelerinde mezar taşları arasında "...İyilik etmek, kötülüklerden sakındırmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi tecavüz etmek hususunda yardımlaşmayın.." mealindeki âyeti okuyup onların ruhuna üflemesi veya Ramazanlarda câmi köşelerine serdikleri cofcoflu minderler üzerinde, gırtlak hünerlerinde hayli merhale katetmiş hâfız efendilere onun teganniciliğini yaptırması ne hâzin değil mi? Senelerdir, hattâ belki de asırlardır sürüp giden bu ses -ahenk, teganni- teleffuz müslümanlığının bizi bir adım olsun ileriye götüremediğini ve bundan sonra da aslâ götüremeyeceğini ne zaman anlayacak acaba bu millet! 

Yanlış yoldasınız aziz müslümanlar, yanlış yoldasınız! Okuyanın gırtlağından, dinleyenin de kulağından öteye geçemeyen yâni ruhuna işleyemeyen bir Kur'ân'ın, size ne bu dünyâda faydası olur, ne de âhirette. Sâdece o anda, herhangi bir âhenkli yâni musikili sesi dinlediğiniz zamanki zevki duymuş olmaktan öteye geçemezsiniz. Size: 

1- Şüphesiz ki müminler kardeştir... âyetinin musikili- âhenkli teleffuzu lâzım değil. Bil'akis kardeşlik şuur ve ruhu lâzım. 

2-... İyilik etmek, kötülüklerden sakındırmak hususunda birbirinizle yardımlaşınız. Günah işlemek ve haddi tecâvüz etmek hususunda yardımlaşmayınız... 

âyetinin tegannili teleffuzu lâzım değil. Bil'akis, günlük hayâtta bizzât birbirinize yardım etmeniz, birbirinizi kötülüklerden sakındırmanız lâzım. Şimdi siz, iki ayrı cemiyet düşününüz. Bunlardan birinin fertleri içtimâi hayâtta yardımlaşma nedir bilmesinler, birbirleriyle aslâ yardımlaşmasınlar. Hep birbirlerine çelme takmakla, birbirleriyle didişmekle vakit geçirsinler. Fakat bu arada, tıpkı zamânımızdaki gibi, yukarıdaki âyetleri ölüler peşinden, kabirlerde, Ramazanlarda, mevlidlerde, sâdece dilleriyle bol bol teleffuz etsinler veya ettirsinler. Diğer cemiyetin fertleri ise günlük hayâtta birbirleriyle dâimâ yardımlaşsınlar, birbirlerini kötülüklerden alıkoysunlar, bir tesânüt ve âhenk içinde bulunsunlar. Fakat birinci cemiyetin fertleri gibi, öyle ölüler peşinden kabirlerde, mevlidlerde, Ramazanlarda, kandillerde,... Kur'ân teleffuz ve teganniciliği yapmasınlar. 

Şimdi bu iki cemiyetten hangisi daha bahtiyardır? Hangi cemiyetin fertleri daha çok huzur, sükun ve refâh içinde olurlar? Şüphesiz ikinci cemiyetin fertleri değil mi? Daha önceleri de defalarca ifâde ettiğimiz gibi, doktorun verdiği reçetedeki ilâçlardan bir fayda görülebilmesi için fiili durum ister. Yâni ilâçların fiilen kullanılması gerekir. Bedenlerin ilâçlarında durum budur.
 
Ruhların ilâçlarında da durum aynıdır. Onlarda da fiili durum ister. Reçetedeki ilâçları kullanmadan onların sâdece isimlerini okumak ne ise, âyetlerin gereğini yapmadan onların sâdece lâfızlarını teleffuz etmek de odur. Zirâ biri bedenlerin ilâcıdır, diğeri de ruhların ilâcıdır. Fakat her nedense, lüzum ettiğinde bedenlerin ilâçlarını kullanmakta her türlü itinâyı gösteren insanoğlu, ruhların ilâçlarına ya hiç önem vermemekte veya târifeye uygun olarak tatbik etmemektedir... 

4- Hepiniz birden sımsıkı Allah'ın göstermiş olduğu yaşayış yoluna girin. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın, üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz bir zamanlar birbirinizin düşmanları idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirmişti. İşte O'nun size olan bu lütfû sâyesinde birbirinizin kardeşleri olmuştunuz... (Âl-i İmrân sûresi. âyet: 103). 

Bu âyette müslümanlar birliğe -berâberliğe dâvet ediliyor. Birlik -berâberlik, huzurun sükûnun, refâhın, âsâyişin, ... temel ve baş şartlarından biridir. Günlük hayâtta fertleri el ele, gönül gönüle vermiş bir cemiyetin huzur, sükûn ve bahtiyârlık içinde olmaması için hiçbir sebep yoktur. Cemiyetlerin ve milletlerin gerek mâddî sâhada ve gerekse ma'nevî sâhada yükselmeleri ve dâimâ ilerilere gidebilmeleri ancak birlik-berâberlik sâyesinde mümkündür. Birliğin-berâberliğin ehemmiyetini dile getiren atasözlerimiz meşhurdur. Meselâ şu sözler bu cümledendir: 

- Nerde birlik, orda dirlik... 
- Bir elin nesi var, iki elin sesi var... 

Peygamberimiz aleyhisselâmın bir hadisine göre, bir cemiyetin veya bir milletin fertleri vücudun muhtelif uzuvlarına benzer. Herhangi bir suretle, vücud uzuvlarından biri vazifesini yapamaz olursa bunun getireceği netice diğer uzuvlara da sirâyet eder. Vücudun tam bir ahenk içinde varlığını devam ettirebilmesi için her uzvun sağlam, yerinde vazifesini yapar,... olması lâzımdır. Herhangi bir uzvun eksikliği veya vazifesini yapamaz hâle gelmesi -ehemmiyet derecesine göre-vücudun huzur, sükûn ve âhenk içinde çalışmasını engeller. Her uzvun, kendisine düşen vazifeyi gereği gibi yapar halde olması ise bedenin huzur ve sükûn vesilesidir. İşte cemiyetler veya milletler de böyledir.

Herbir ferdin, cemiyet hayâtında üzerine düşen vazifeyi gereği gibi yapar halde olması, topyekûn cemiyetin veya milletin huzur, sükûn, refah ve saâdet vesilesidir. Fertlerin, cemiyet hayâtında üzerlerine düşen vazifeleri bırakıp birbirleriyle didişmeleri veya ters yönlere çekmeleri ise huzursuzluklara, keşmekeşlere ve kargaşalıklara sebep olur. Böyle durumlarda, huzursuzluk ve kargaşalık derecelerinin şiddetine göre, cemiyetlerin veya milletlerin çökmesi bile mümkündür. Nitekim yukarıdaki âyetin belirttiği ilâhî prensibin ışığı altında târihe şöyle bir göz atarsak, orda o prensibin doğruluğunu gösteren sayısız misâllerle karşılaşır ve görürüz ki, birlik-berâberlik şuur ve ruhunu yaşatan cemiyetler ve milletler pâyıdâr olmuş, bu ruhu yitirenler ise zamanla yeryüzünden silinip gitmiştir. İşte bunun içindir ki, Allah, başka bir âyetinde biz müslümanlara hitâben şöyle buyuruyor: 

- İbret alın, ey akıl sâhipleri!... 

Evet, ibret almamız, târihe bakıp ibret almamız, bu arada düşmanlarımızın bir darb-ı mesel hâline getirdikleri "Parçala, yut" sözünü de hatırlayarak tekrar ibret almamız gerekiyor. Zirâ bugün düşmanlarımız, milletimizin fertlerini birbirine düşürme gayretlerini daha da tecrübeli olarak devâm ettirmektedirler. Fertleri arasındaki birlik - berâberlik ruh ve şuuru zayıflayan milletlerin kolaylıkla yıkılabileceğini iyi anlamış olan düşmanlarımızın bu mezbûhâne gayretlerinden vazgeçmeleri ihtimâli âdetâ muhal olduğuna göre, bizlere düşen, saflarımızı sıklaştırmak ve her ne pahasına olursa olsun ayrılıklara, gayrılıklara, fitnelere, fesâdlara,... meydan vermemektedir.
 
Cihanda nizâmı kurmak için gelmiş olan İslâmiyet ve onun peygamberi, düşmanlarımızın çeşitli fitne ve fesâdlarına karşı bizleri sık sık uyarmaktadır. Allah şöyle buyurur: 

- Şühhesiz ki, Allah, kendi yolunda, taşları ve duvarları birbirine kenetlenmiş bir binâ gibi saflar bağlayarak çarpışanları sever (Saff suresi, âyet: 4). 

- Müminler, bir duvarın, birbirine harçla tutturulmuş taş ve tuğlalarına benzerler. Her biri diğerinin duvardaki yerini sağlamlaştırır. 

Fertleri arasındaki birlik- berâberlik ruh ve şuuru zayıflamış veya yokolmuş cemiyetler veya milletler şu iki tehlike ile her an için karşı karşıyadırlar: 

1- İçte huzurun kalmaması, 
 
2- Dış düşmanlara karşı zayıf duruma düşülmesi. 

Bir cemiyetin veya bir milletin fertleri birbirlerine düşmüşler veya kendi aralarında çeşitli zümrelere, guruplara, kliklere, ... ayrılmışlarsa o cemiyette veya o ülkede iç huzur yoktur. Böyle bir cemiyetin veya milletin ilimde, irfanda, teknikte, medeniyette,... ilerlemesi de mümkün değildir. Kendi içinde huzuru, sükûnu, selâmeti,... tesis edemeyen; ilimde, irfânda, refahda, teknikte, medeniyette,... ileri hamleler yapamayan bir cemiyetin veya milletin, dış düşmanlarına karşı güçlü durumda olamayacağı ise âşikardır. İşte Kur'ân, müslümanların daima birlik - berâberlik içinde bulunmaları mevzuunda bunun için ısrarla duruyor. Kur'ân'ın bu sarih emir ve tavsiyelerine ve peygamberimiz aleyhisselâmın da aynı mevzuda ki hadislerine rağmen, çeşitli fitne ve fesâdlarla milletin fertlerini birbirlerine düşürenler; onların guruplara, zümrelere, kliklere,... ayrılmalarına sebep olanlar yukarıdaki âyetleri dilleriyle istedikleri kadar telâffuz etsinler, istedikleri kadar okuyup ölülerinin ruhlarına göndersinler. Böyle yapmakla ancak kendilerini uyutmuş, kendilerini avutmuş olurlar. 

Konuyu târihten canlı bir misâlle kapatalım: 
- Ortaasya'nın uçsuz-bucaksız diyârlarında târihin en büyük devletlerinden birini kurmuş olan Oğuz Han, uzun bir hayâttan sonra ömrünün son günlerine gelmiştir. O sırada hayâtta üç oğlu vardır. Oğuz Han, kendisinin ölümünden sonra oğullarının birbirine düşmesinden ve bu yüzden devletin parçalanmasından endişe etmektedir. Bir gün, üç oğlunu birden aynı anda huzuruna çağırır. Niyeti, birlik ve berâberliğin ehemmiyetini canlı bir şekilde onlara anlatmaktır. Oğuz Han, bu maksatla yanına üç ok hazırlamıştır. Oğulları huzura gelince, onların gözleri önünde bu üç oku bir araya getirerek iple sarar ve o vaziyette onu kırmaları için sıra ile kendilerine uzatır. Fakat bir araya gelince sağlamlık kazandıkları için, onlardan hiçbiri bu ok demetini kıramaz. Oğuz Han, ok demetini geri alır. İpi çözer. Bu sefer de üç oktan herbirini bir oğlunun eline tutuşturarak yine kırmalarını söyler. Neticenin tahmin edileceği gibi, oğulların herbiri tek oku kırar. Oğuz Han canlı misâli vermiştir. Söze başlar ve şunları söyler: 

- Sevgili oğullarım! İşte siz üçünüz bu üç oka benzersiniz. Eğer onlar gibi üçünüz dâimâ birlik hâlinde bulunursanız sizi kimse kıramaz, yenemez, yokedemez. Fakat ayrılıklara sebep olur ve tek kalırsanız düşmanlarınız sizi kolaylıkla altederler, yenerler. Sonra da tamamen yokolup gidersiniz!... 

Müslüman-Türk Milletinin en çok önem vermesi gereken hususların başında birlik-berâberlik ruh ve şuuru gelir. Zirâ o, târih boyunca yeryüzünde Allah'ın halifeliğini yapmıştır. Gününüzde, gereği gibi olmamakla berâber bu mukaddes vazife yine onun omuzlarındadır. Yakın bir gelecekte de onu tam bir liyâkatle omuzlamağa hazırlanmaktadır. İşte bunun içindir ki, yeryüzünde en çok düşmanı olan millet, Müslüman - Türk Milletidir. Bunun böyle olması bir bakıma normaldir. Çünkü Muslüman - Türk Milleti dâimâ hakkın mümessilidir, dâima hakkın yanındadır. Bâtılın ise dâima hakka düşmanlık besleyeceği ve fırsat buldukça onu boğmağa çalışacağı muhakkaktır. Bu, târihte böyle olmuş, bâtıl, hakkın mümessili olan Türk Milletini dâimâ boğmağa çalışmış gününüzde de olanca gücüyle çalışmaktadır. Kıyâmete kadar da çalışacaktır... Ey, yeryüzünde Allah'ın halifesi ve hakkın mümessili olan aziz Türk Milleti ve onun aziz gençliği!... İşin zordur, vazifen büyük ve ağırdır. Fakat omuzladığın mukaddes vazife ile ebediyetlere doğru akıp gittiğin bu yolda rehberin Kur'ân oldukça bütün aydınlığı ve ihtişamı ile istikbâl senindir!... 

5- Ahâliyi Allah yoluna dâvet eden, kendisi de ahlâkını güzelleştirip iyi amel ve hareketlerde bulunan ve "şüphesiz ki ben müslümanlardanım'' diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet suresi, âyet: 33). 

Bu âyette, bir müslümanın belli-başlı vasıflarından ikisi belirtiliyor. Buna göre, bir müslüman: 
 
-1-Kendisini ahlâkını güzelleştirir, iyi bir şahsiyete sahip olur, 
 
-2- Allah yolundan çıkmış olanları o yola da'vet eder. 

Bunlar, içtimâi hayâtta ve sükûnun teessüsüne, refah ve saâdetin sağlanmasına büyük ölçüde yardım edecek iki büyük âmildir. "Herkes evinin önünü temiz tutarsa bütün mahalle temiz olur" diye bir söz vardır. Tıpkı bunun gibi, eğer bir milletin fertleri yukarıdaki ilâhi kelâma kulak vererek herşeyden önce kendi kendilerinin ahlâk ve şahsiyetini düzeltirlerse, bütün hâlinde o millet, ahlâklı ve şahsiyetli insanlardan meydana gelmiş olur. Bir müslümanın yalnız kendi ahlâk ve şahsiyetini düzeltmiş ve güzelleştirmiş olması kâfi değildir. Vâkıâ bu şarttır. Yâni bir müslüman, ne olursa olsun, mutlaka kendi ahlâk ve şahsiyetini düzeltmek ve güzelleştirmekle mükelleftir.
 
Fakat aynı zamanda o, muhitinde bulunan insanların Allah yolundan çıkmışların o yola da'vet etme vazifesiyle de mükelleftir. Zirâ bir cemiyette, kazârâ doğru yoldan sapmışlar bulunabilir. Doğru yoldan sapan fertler, cemiyet için zararlı birer unsur olmağa hazırdır. Bir cemiyette huzur ve sükunun sağlanabilmesi ise o cemiyetin fertlerinin ahlâki yüceliklere sâhip olmalarıyle mümkündür. İşte müslümanlar, mevcut huzur ve sükunun bozulmaması, refah ve saâdet yolundaki hamlelerin engellenmemesi için, kazârâ Allah yolundan çıkmışları o yola da'vet ederler. Bu, onların bariz vasıflarından biridir. Burada, yanlış anlaşılan ve hatalı tatbikata sebep olan bir hususa işâret etmek isterim. Bir söz vardır, şöyle der: 

- Her koyun kendi bacağından asılır.... 

Bu söz, kişinin hassaten kendi şahsını alâkandıran hususlarda doğrudur. Umumu alâkalandıran meselelerde ise doğru değildir. Yine buna benzer bir söz de şudur: 

- Bana dokunmayan yılan bin yaşasın... 

Unutmamak gerekir ki, cemiyetteki ahlâksızların ahlâksızlığı bugün olmasa bile yarın herbirimize mutlaka dokunur. Günlük hayâtımızda etrâfımıza şöyle bir göz atarsak bunun sayısız misâlleriyle karşılaşırız. Kendilerini bu ve benzeri tekerlemelerle avutarak etrâfında olup biten kötülüklere, haksızlıklara, ahlâksızlıklara.,., gözlerini yumup kulaklarını tıkayan sözde müslümanlar n'olurdu bir kere de Allah'ın âyetlerine ve Resullüllah'ın hadislerine kulak verselerdi: 

- Ey müslümanlar, sizin içinizde, herkesi hayra ve iyiliğe çağıran, iyiliğe tavsiye edip kötülüğü meneden bir topluluk bulunmalıdır... (Al-i İmrân suresi, âyet: 104). 

- Siz, ey müslümanlar, insanların faydası için yeryüzüne çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği tavsiye eder, kötülükten meneyler ve Allah'a inanırsınız.. (Âl-i İmrân suresi, âyet: 110). 

- Müslüman erkekler de, müslüman kadınlar da birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdır. Hepsi de, insanlara iyiyi emir ve tavsiye ederler, kötülüklerden de sakındırırlar. Namazlarını dosduğru kılarlar, zekâtlarını verirler, Allah'a ve Resulüne itâat ederler... (Tevbe süresi, âyet: 71). 

- Alimleri ve fâkihleri de mi onları çirkin sözlerinden ve haram yemelerinden vaz geçirmez. Yapmakta oldukları bu şey, hakikaten ne kötü!... (Mâide suresi, âyet: 63). 

- ...Namazı dostuğru kıl. İyiliği emir ve tavsiye et. Kötülükten sakındır. Bu yüzden mâruz kalacağın şeylere katlan. (Lokman suresi âyet: 17): 

- Varlığım kudret elinde bulunan Allah'a yeminle söylerim ki, siz, iyiliği emir ve tavsiye etmeli, kötülükleri de önlemelisiniz. Yoksa, Allah'ın, tarafından size bir cezâ vermesi yakındır. İyiliği emredip kötülüğü önleme vazifenizi yapmakdıkça Allah'ın azâbına çarpılmanızdan korkulur. Sonra Allah'a duâ edersiniz, fakat kabul etmez. (hadis). 

- Benim ümmetimin fertleri, haksıza, 'Sen haksızsın!" demekten korktuğu ve çekindiği zaman onlardan ayrıl. (hadis). 

- Sizden biri bir kötülüğü gördüğü zaman onu eliyle önlesin. Eğer eliyle önlemeğe gücü yetmiyorsa diliyle önlemeğe çalışsın. Eğer diliyle de önleyemiyorsa, işlenen bu kötü fiili aslâ tasvip etmediğini içinden geçirsin. Bu sonuncusu imânın en zayıf hâlidir (hadis). 

- Aralarında günah işleyenler olduğu ve bunlara mâni olabilecek kimseler de bulunduğu halde mâni olmayan topluluklar daha hayâtta iken mutlaka umûmi bir cezâya düçâr olur (hadis). 

- Allah'ın menetiği şeyleri işleyenlerle onu bundan vazgeçirmeğe çalışan ve buna seyirci kalan insanların hâli, aynı bir gemide bulunan üç kişinin hâline benzer. Bu üç kişinin gemideki vazife mahalleri ve bulundukları yerler bellidir. Biri geminin üst kısmında, biri orta kısımda, diğeri de alt kısmındadır. Bir ara bunlardan biri eline bir keser alır. Diğer ikisi ona, "Ne yapacaksın o keseri?'' diye sorar. O, "Suyun bana yakın olması ve bâzı ihtiyâçlarımın define yaraması için bulunduğum yerde bir delik açacağım" der. Bu cevap karşısında, öteki iki insandan biri şöyle der: 

- Bırak onu kendi hâline. Kendisi için istediği deliği açsın. 

Diğeri de şöyle der: 

- Sakın onu kendi hâline bırakmayalım. Delik açmasına mâni olalım. Yoksa bizi de, kendisini de mahveder... 

Eğer onun elinden keseri alarak delik açmasına mâni olurlarsa o da kurtulur, kendileri de. Yok, eğer buna seyirci kalırlarsa gemi batar. Neticede deliği açan da mahvolur, onun gemide delik açmasına seyirci kalanlar da.... (hadis). 

- İnsanlardan bâzıları vardır ki, hayra birer anahtar, şerre de birer kilittirler. Yine bâzıları da vardır ki, şerre birer anahtar, hayra da birer kilittir. Ne mutlu o kimselere ki, şanı yüce olan Allah, hayrın anahtarlarını onların ellerinde yaratmıştır. Ne yazık o kimselere ki, Allah, şerrin anahtarlarını da onların ellerinde yaratmıştır. (hadis). 

Hak yoldan çıkmışları Allah yoluna da'vet eden kişide şu iki hususiyetin bulunması şarttır. Aksi takdirde bu da'vet müessir olmaz: 

1- Da'vet işini yapan kişi kendi ahlâk ve şahsiyetini güzelleştirmiş olmalıdır. Aksi takdirde, başkasına talkın verip kendisi salkım yutan veya kendi gözündeki mertek durup dururken başkasının gözünde çöp arayan kişinin durumuna düşer. Bu durumdaki bir insanın, başkalarını hak yola da'vet etmesi te'sirli olmaz. Nitekim gerek bir kısım âyetlerle ve gerekse hadislerle bu hususa açıkça işâret edilmektedir: 

- Ey imân edenler, kendiniz riâyet etmediğiniz şeyleri başkalarına niçin söylersiniz. Kendisi yapmadığı ve tutmadığı halde bunu başkalarına söylemek Allah indinde büyük bir buğz vesilesidir (Saff suresi, âyet:2, 3). 

-...Siz, insanlara iyiliği emir ve tavsiye eder de kendinizi unutur musunuz? (Bakara suresi, âyet: 44). 

- Mirâc gecesi göklere çıkarıldığım zaman birtakım insanlar gördüm, makaslarla dudakları kesiliyordu. 
Cebrâil'e sordum: 
- Kimdir bunlar? 
Dedi: 
- Bunlar senin ümmetinin, insanlara iyiliği emir ve tavsiye edip kötülüğü menettikleri halde kendilerini unutan ve kendi söylediklerine kendileri riâyet etmeyen hatibleridir. (hadis). 

2- Hakka da'vet edecek kadar bilgili olmalı ve bunun âdâb ve erkânınım bilmeli ve bu âdap ve erkân dâhilinde da'vet işini yapmalıdır. Bir söz vardır. "Yarım doktor candan eder, yarım hoca dinden" der. Yarım-yamalak bilgilerle hakka da'vet işini yapmağa kalkışmak veya bu da'veti usul ve adâbına uygun olarak yapmamak, çok kere fayda yerine zarar getirebilir. Nitekim gerek Kur'ân ve gerekse hadisler bizi bu hususta da uyarmaktadır: 

- İnsanları Rabbının yoluna hikmetle, güzel öğütle da'vet et. Onlarla mücâdeleni en iyi yol hangisi ise onunla yap. Muhakkak ki Rabbın, işte O, yolundan sapan kimseyi en çok bilendir... (Nahl suresi, âyet: 125). 

- Siz, ey Musâ ile Hârun! Firavun'a gidin. O, hakikaten azdı. Varınca ona mülâyemetle, tatlılıkla söz söyleyin. Olur ki söz dinler, yahut Allah'dan korkar. (Tâhâ suresi, âyet: 43,44). 

İşte aziz okuyucularım, görüyorsunuz ki Allah'ın kelâmı hep dirilere hitâb ediyor, dirileri bir kısım vazifelerle mükellef tutuyor, aynı zamanda onların, bu vazifeleri hayâtta iken fiilen yapmalarını istiyor. Hâl, böyle iken, bugün birkısım sözde müslümanlar tarafından onun sâdece ölülerin ruhu için okunup teleffuz edilen bir kitap hâline getirilmesi hazin değil mi? Bize serâpa huzur, sükûn, saâdet, selâmet,... va'deden ve iki cihan saâdetinin yollarını gösteren bu ilâhî kelâmın bir ölü kitabı olmadığını ne zaman idrâk edeceğiz? Onun, Ramazanlarda câmi köşelerinden musikili - âhenkli, tegannî-telâffuz kitabı olmadığını ne zaman anlayacağız. Onu ne zaman dillerimizden öteye, ruhlarımıza sindirecek ve bize getirmiş olduğu yüce ahlâk esaslarını gürdük hayâtta üzerimizde göstereceğiz? Yüzyıllar öncesinden başlayan ve bugün belki de son haddine varmış olan bu hatalı anlayış ve tatbikattan ne zaman döneceğiz? Allah'ın kelâmı Kur'ân; raflarımızın, süslü torbalarımızın, dolaplarımızın,... paha biçilmez hazinesi olmamalı, bil'akis ruhlarımızın paha biçilmez hazinesi olmalıdır. O, raflardan ruhlara geçmedikçe bize ne dünyâda huzur, sükûn, saâdet ve selâmet vardır, ne de âhırette... Olsa bile bu, geçici ve yalancı bir saâdettir. Sonu yine bedbahtlık ve felâkettir... Öyleyse gelin, ey ehl-i İslâm, gafleti de, cehâleti de, ihmali de bir bir kenâra bırakalım. Allah'ın dinim olduğu gibi yaşayalım, kitabını olduğu gibi anlayalım, uyuşuk müslümanlıktan sıyrılalım, hakiki ve hâlis müslümanlar olalım. Zirâ ilâhi irâdenin bizlere yüklediği emânet ayaklar altında çiğnenmektedir. Hakiki hâlis müslümanlar olalım ki, bu emâneti oradan kaldıralım, omuzlayalım ve liyâkatle ilerilere, daha ilerilere, en ilerilere, en yücelere götürelim.

Orkun Dergisi Aralık 1981 Sayı 4 


1165 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Milli Ölçülerimiz - 24/08/2014
• Milletin efendisi ona hizmet edendir. - Hadis -
Katliâm - 24/08/2014
Şu insanoğlu; fıtratı itibariyle rahata, kolaylığa, hiç terleyip yorulmadan kazanmağa ve hiç zahmete katlanmadan ömür sürmeye ne de düşkündür..
Kur'ân Nedir ? (5) - 24/08/2014
Bugünün müslüman topluluklarının Kur'ân denince ne anladıklarını ve tatbikattaki durumun ne olduğunu kısaca gözden geçirmekte fayda vardır.
İşe Nereden Başlamalıyız? - 24/08/2014
Ey îmân edenler! Siz kendinize bakın. Eğer siz doğru yolda iseniz, sapıtanlar size zarâr veremez (Mâide Sûresi, âyet: 105).
Yeni Fetihlere Doğru - 24/08/2014
Fetihlerin en başta geleni millî benliğimize, yani kendi öz varlığımıza dönüş fethidir.
Kur'ân Nedir ? (1) - 24/08/2014
Bugünün müslüman topluluklarının Kur'ân denince ne anladıklarını ve tatbikattaki durumun ne olduğunu kısaca gözden geçirmekte fayda vardır.
Güç Kaynaklarımız - 24/08/2014
Her milletin, mâddi ve ma'nevi olmak üzere birtakım kuvvet kaynakları vardır.
Neden Helva Yapamıyoruz? - 24/08/2014
Un hazır, şeker hazır, yağ hazır, hepsi hepsi hazır, fakat biz bu hazır malzemeleri uygun biçimde kullanarak bir türlü helva yapamıyoruz. Acaba neden?
Kur'an Nedir? (2) - 24/08/2014
Bugünün müslüman topluluklarının Kur'ân denince ne anladıklarını ve tatbikattaki durumun ne olduğunu kısaca gözden geçirmekte fayda vardır.
 Devamı
Köşe Yazıları