• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/dilbilimciyamanarikan

Takvim
Site Haritası

Mehmet Nuri Yardım

Konuşan: Yaman Arıkan
Mülâkatı Yapan: Mehmed Nuri Yardım
Mülâkatın Konusu: Yûnus Emre
Mülâkat Târihi: 20 Temmuz 2008

- Efendim, öncelikle Yûnus Emre hakkında 7 cildlik bir eser hazırlamış olduğunuzu öğrenmiş bulunuyoruz. Bu eserin, muhtevâsından bahseder misiniz? Yûnus’un şiirlerini mi şerhetdiniz, dîvânını mı ele aldınız? Ayrıca, hayâtını da araşdırdınız mı?

- Edindiğiniz bilgi doğrudur. Yûnus Emre ile ilgili, kelimenin tam ma’nâsıyle kırk yıllık bir çalışma, nâçîz şahsımıza nasîp oldu. Bu çalışma sonunda BİZİM YÛNUS, ölümünden yedi asır sonra 7 cildlik dev bir eserde bütün ihtişâmiyle gün ışığına çıkdı. Daha bir lise öğrencisi iken başladığımız bu çalışmada şu iki temel husûsu esas aldık:

1) Yûnus’un deyişlerinin, mümkün olduğunca eksiksiz, yanlışsız ve doğru tesbîtinin yapılması,

2) Türkçe’mizin zengin kelime hazînesinin gün ışığına çıkarılması.

Birincisini yaparken; önce kütüphânelerimizdeki mevcud yazma nushaları kelime bekelime karşılaşdırmaya tâbî tutduk ve harmanladık. Daha sonra da, onları; eski alfabemiz, Türkçe’miz, edebiyât, dilbilimi (filoloji), ilâhiyât,… sâhalarında sâhip bulunduğumuz bilgiler ışığında süzgeçden geçirdik.

Bizce, ikinci husûs yâni Türkçemizin zengin kelime hazînesinin gün ışığına çıkarılması husûsu, ehemmiyetce birincisinden daha az mühim değildi. Şunun için ki, bilhâssa son yarım asırlık bir devrede, Türkçe’miz; kasıdlı, pilânlı, düşmanca ve sinsice bir tecâvüz-taarruz ve yoketme hareketiyle karşı karşıya kalmışdır. Bu kasıdlı, pilânlı, sinsice ve düşmanca yoketme hareketi bir kaç koldan yürütülmekdedir. Bunların en mühimlerinden biri de, Türkçe’mizin zengin kelime hazînesini yokederek onu, bir kaç bin kelimelik bir kabîle dili durumuna düşürme hareketidir. Nitekim, bu yarım asırlık zaman içinde, şu veya bu ilim müessesesine çöreklenmiş, hem de prof. Unvânını taşıyan bazı Türkçe sû-i kasdçılarının, “Türkçe ilim dili olamaz. Zîrâ Türkçe, kelime hazînesi yönünden fakîr bir dildir.” Deyişlerine şâhid olmuşuzdur. İşte biz, Türkçe’mize yapılan bu sû-i kasd hareketini de göz önünde bulundurarak, Yûnus’un şiirlerini hazırlarken, millî varlık ve bekamızın birinci temel direği olan dilimizin zengin kelime hazînesini gün ışığına çıkarmayı da ikinci temel gâye edindik. Bunun için, her şiirin hemen sonunda, “Kelimeler, açıklamalar” başlığı altında, Türkçe’mizin, herbiri birer inci tânesi kadar güzel kelimeleriyle dolu “Kelimeler Hazînesi”ni göz önüne sermeğe çalışdık. Esâsen, şiirlerde geçen kelimelerle deyimlerin, okuyucu tarafından kusûrsuz ve doğru olarak anlaşılabilmesi için de buna ihtiyâç vardı. Zîrâ, bazen, aynı bir kelime, aynı şiirde bile ayrı ve farklı ma’nâlara gelebiliyordu. Bu durumda, kitâbın sonuna konulacak bir lûgatçe ile mesele halledilemezdi. Zîrâ, okuyucu, lûgatçedeki kelimenin hangi ma’nâsının, hangi şiirdeki kelimenin hangi ma’nâsına tekabül etdiğini ayırt edemezdi. Dolayısıyle, şiiri de doğru olarak anlayamazdı. Halbuki esas olan, okuyucunun, okuduğunu doğru olarak anlamasıydı. İşte bunu sağlamak için, her şiirin hemen sonuna “Kelimeler, açıklamalar” başlığını atdık. Ve, o şiirde hangi kelime ne ma’nâya geliyorsa, o başlık altında yalnız o ma’nâsını verdik. Ayrıca, sâdece kelimelerin, âit bulundukları şiirdeki ma’nâlarını vermekle kalmadık. Şiirin bir bütün olarak ve eksiksiz anlaşılabilmesi için, gerekli olan yerlerde tamamlayıcı bilgileri kaydetmeyi de ihmâl etmedik. Kelimelerin şiirlerde kasdedilen ma’nâlarının doğru ve isâbetli tesbîtini, Yûnus devrinde veya Yûnus devrine yakın devirlerde yazılmış başka eserlerdeki ve Divân-ı Lûgâti’t-Türk’deki aynı kelimelerle karşılaşdırarak yapdık.

Kısaca diyebiliriz ki:

- Yûnus’un deyiş (=şiir)lerini öyle hazırladık ki, okuması-yazması olan ve Yûnus’u anlamak isteyen hiç bir kişi, “Ben falan şiirin şurasını anlayamadım!” diyemeyecek.

Sorunuzun ikinci kısmına yâni Yûnus’un hayâtının araşdırılması husûsuna gelince, elbette onu da yapdık. Hem de, târihî büyük şahsıyetlerin hayâtları araşdırılıp yazılırken şimdiye kadar hep içine düşülmüş azim metod hatâsına düşmeyerek. Mubâlağasız söyleyebilirim ki, şimdiye kadar târihî büyük şahsıyetlerin hayâtlarını araşdırıp yazanlar bu fâhiş metod hatâsına hep düşmüşlerdir. Meseleyi kısaca açıklamak istersek şöyle diyebiliriz:

- Târihî büyük şahsıyetlerin iki çeşit hayâtı vardır. Bunlardan biri, onların kronolojik-takvim hayâtıdır. Takvim hayâtı, onların nerede ve ne zaman doğduklarını, nerede veya nerelerde ne zaman yaşadıklarını, kaç yıl yaşadıklarını, nerede ve ne zaman öldüklerini, mezarlarının nerede bulunduğunu,… anlatır. Elbette, onların bu hayâtlarının bilinmesi iyidir. En azından, diğer insanların merak ve tecessüs duygularını tatmîn eder, sükûnete kavuşdurur. Fakat bilinmemesi ile de bir şey kaybedilmez. Târihî büyük şahsıyetlerin diğer hayâtı, onların vazîfe-görev hayâtları yâni misyonlarıdır ki, işte asıl bilinmesi gereken de onların bu hayâtıdır. Onların bu hayâtlarını yâni misyonlarını bilmemekle biz çok şeyler kaybederiz. Buna karşılık, takvim hayâtlarını bilmiş olmakla da fazla bir şey kazanmayız. Meselâ bir müslümanın, peygamberimizin, mîlâdî 570 senesinde Mekke’de doğduğunu, 63 yaşında Medîne’de vefât etdiğini bilmesi, vâkıâ iyi bir şeydir. Şâyet bilmezse, bu bilgisizliğinin ona hiç bir zararı yokdur. Fakat Allah’dan alıp insanlığa bildirdiklerini bilmezse, bu bilgisizliğinin, kendisine azim zararları vardır. Bir kere daha ifâde edeyim ki, târihî büyük şahsıyetlerı bahis konusu olunca evveliyetle ve behemehâl bilinmesi gereken husûs, onların vazîfe-görev hayâtları yâni misyonlarıdır. Gâyet tabîî ki, bu kaide Yûnus için de geçerlidir. Hâl böyle iken, bugüne kadar Yûnus hakkında kalem oynatanlar, onun misyonuna yâni vazîfe-görev hayâtına hemen hemen hiç girmemişler, nerdeyse bütün enerjilerini mezar arayıcılığında yâni onun takvim hayâtının tesbîtinde harcamışlardır. Biz, Yûnus’un hayâtının araşdırılıp yazılmasında bu fâhiş metod hatâsına düşmedik. Onun takvim hayâtını da tesbîte çalışmakla berâber, ağırlığı ve önceliği vazîfe-görev hayâtına yâni misyonuna verdik…

- Yûnus Emre hakkında çok yazılar yazılıyor, eserler kaleme alınıyor. Bugüne kadar yazılanların Yûnus’un gerçek şahsıyetini, dünyâ görüşünü ve dünyâsını yansıtdığına inanıyor musunuz?

Bu sorunuzu ben önce bir soru ile karşılayayım:

- Siz, Yûnus hakkında yazılan o yazılar içinde, hiç onun vazîfe-görev hayâtına yâni misyonuna temâs eden bir yazı ile karşılaşdınız mı?

Târihî büyük şahısların gerçek şahsıyeti, onların vazîfe-görev hayâtlarında yâni misyonlarında gizlidir. Binâen’aleyh; târihî büyük bir şahsın gerçek şahsıyeti, dünyâ görüşü ve dünyâsı ortaya konmak isteniyorsa, öncelikle ve behemehâl, onun vazîfe-görev hayâtı yâni misyonu apaçık bir şekilde gözler önüne serilmelidir. Yûnus hakkında şimdiye kadar yazılanlar ise, daha ziyâde; onun doğum-ölüm târihi, doğum-ölüm yeri ve mezarının nerede bulunduğu üzerinde dolanmakdadır. Bu durumda, Yûnus hakkında şimdiye kadar yazılanların onun gerçek şahsıyetini, dünyâ görüşünü ve dünyâsını yansıtıp-yansıtmadığı husûsundaki karâr sizin!...

- Yûnus Emre ile ilgili bu 7 cildlik eserinizin diğer kitaplardan ve Yûnus hakkında yazılanlardan farkı nedir? Mutasavvıf şâirimizin hangi ihmâl edilmiş yönünü ortaya çıkardınız?

- Mehmed Nûri Beyefendi, ma’lûmunuzdur, bugün ortalıkda, “Yûnus Emre Dîvânı” adıyle başka başka kişiler ve ayrı ayrı kuruluşlar tarafından yayınlanmış bir sürü kitap dolaşıyor. Bunların istisnâsız hepsinin ortak olduğu öyle fâhiş durumlar var ki, ben onların bu hâlini hangi kelime veya kelimelerle ifâde edeceğimi bir türlü kestiremiyorum. Kahredici, mi desem. Yürekler acısı, mı desem. Kabûl edilemez, mi desem. Gaflet, mi desem. Cehâlet, mi desem. Rûhsuzluk-şuûrsuzluk, mu desem…

Şimdi, şiirde bizim millî nazım birimimiz dörtlük değil mi? Gel gör ki; Yûnus’un vezin, şekil, biçim,… yönüyle tamâmen Türk şiir gelenek ve zevkine uygun olarak hece vezniyle ve dörtlükler hâlinde yazdığı bir çok şiiri, aslî şeklinden koparılmış ve acem taklidciliği gayretiyle, zorâkî bir şekilde arûz veznine uydurulup mesnevî hâline getirilmişdir. Bir örnek görelim:

Biz dünyâdan gider olduk,
Kalanlara selâm olsun.
Bizim için hayır duâ,
Kılanlara selâm olsun!

Ecel büke belimizi,
Söyletmeye dilimizi,
Hasta iken hâlimizi,
Soranlara selâm olsun!

Şimdi, bu şiirin; vezin, şekil, biçim,… yönüyle tamâmen Türk şiir gelerek ve zevkine uygun olarak hece vezniyle ve dörtlükler hâlinde yazıldığı daha ilk bakışda anlaşılmıyor mu? Gel gör ki, o ve onun gibi, tamâmen Türk şiir gelenek ve zevkine uygun olarak yazılmış yüzlerce şiir, acem taklidçiliğine kurban edilerek şu şekle sokulmuşdur:

Biz dünyâdan gider olduk, kalanlara selâm olsun,
Bizim için hayır duâ, kılanlara selâm olsun!

Ecel büke belimizi, söyletmeye dilimizi,
Hasta iken hâlimizi, soranlara selâm olsun!

Böyle aslî şeklinden koparılıp ayrı bir şekle ve biçime sokulan bir şiirden ne dereceye kadar hayır gelir, bunun takdîrini size bırakıyorum.
Yine, Yûnus’un sıkça kullandığı, hattâ kendisine sıfat edindiği, meselâ “miskin” kelimesi ile, onun ek almış şekli olan “miskinlik” kelimesi için öyle açıklamalar yapılmış ki, tam bir cinâyet ve Türk Milleti’ne cıhan çapında bir kötülük. 1930’larda 1940’larda Yûnus Emre Dîvânı neşreden bir zât, kitâbın sonuna koyduğu bir lûgâtçede miskin kelimesini şöyle açıklamış:
Miskin: Yok-yoksul, dünden bugüne bir şeyi olmayan (yâni bir lokma, bir hırka).

Oysa Yûnus, miskin kelimesini “mütevâzî-alçakgönüllü” ma’nâsında kullanmakda ve bunu kendisinin bir şiirinde bizzât ifâde etmekdedir. Esâsen, bir dörtlüğünde,

Çalış, kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir,
Yüz Ka’be’den yeğrekdir,
Bir gönül imâreti!...

diyen Yûnus’un bir lokma bir hırka zihniyetini kabullenmesi, hele hele o zihniyetle övünmesi olacak şey mi?

O zâtdan sonra gelen pek çok Yûnus Dîvânı yayıncısı (!!!), hep altın makaslı muhteremler oldukları için, onun cinâyet çapındaki bu fâhiş yanlışını aynen almışlar.

Verdiğimiz bu örnekler, Yûnus Dîvânı diye piyasada dolaşan kitaplardaki fâhiş yanlışlardan sâdece iki tânesi. Tamâmını saymağa kalkışsak sâatler gerek. Gerek Yûnus Dîvânı olarak, gerekse başka şekilde piyasaya sürülen ve Yûnus hakkında yazıldığı söylenen yazılarda onun misyonuna yâni vazîfe-görev hayâtına hiç temâs edilmediğini ise daha önce belirtmişdik.

Ümit ederim, bu kısa açıklamalarla, bizim hazırladığımız 7 cildlik eserin, bugün piyasada dolaşan Yûnus Dîvânı ve Yûnus üzerine yazılmış diğer kitaplarla olan farkı anlaşılmışdır.

- Yûnus Emre’nin toplumumuzda tam ma’nâsıyle anlaşılması hâlinde bir çok meselemizi çözebileceğimiz yolunda bir görüş var. Buna katılıyor musunuz? Yûnus’a bugün ihtiyâcımız var mı, niçin?

Mehmed Nûri Beyefendi, müsâade ederseniz, ben, sorunuzu önce bir soru ile karşılayayım. Zîrâ sorunuzun cevâbı, bu karşı sorunun cevâbının içinde. Sorum şu:

- Bugün toplumumuzda, Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerîm tam ma’nâsiyle anlaşılmış olsa bir çok meselemizi, hattâ bütün meselelerimizi çözebilir miyiz?

Biliyorum ki, bu soruma “evet!” cevâbını vereceksiniz. Zâten akl-ı selîm sâhibi hangi Türk evlâdı böyle bir soruya “evet!” cevâbını vermez ki!...

Ben de, sözü hiç uzatma gereği duymadan diyeceğim ki:

- Yûnus’la kırk yıllık berâberliğim netîcesi farkına vardığım bir gerçek var. O gerçek şu:

- Yûnus, Allah’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerîm’in yeryüzüne ve insanlığa getirmiş bulunduğu ilâhî aşkı terennüm ediyor. O aşkın yegâne geliş gâyesi ise, insanlığın meselelerini çözüp, cemiyeti huzûr, sükûn, saâdet, selâmet ve bahtiyârlığa kavuşdurmakdır. Ancak, bu, o aşk rûhlarda ve gönüllerde duyulduğu ve günlük yaşayışda hayâta geçirildiği takdirde tahakkuk eder. Nasıl ki Allah’ın kelâmını ölüler kitâbı hâline getiren ve ma’nâsını anlamadan papağan gibi onun lâfızlarını tekrârlamakla Kur’ân-ı okuduğunu zanneden maskara zihniyetin meselelerimizin çözümünde bir faydası olmuyorsa, aynen bunun gibi, bugün piyasada dolaşan harc-ı âlem Yûnus Dîvânları ve Yûnus üzerine yazılanlarla da bir yere varılamaz. Soru cümlenizin içinde, “tam ma’nâsıyle anlaşılma” şeklinde bir ifâde var. Evet, Yûnus, insanlarımız tarafından gerçek şahsıyetiyle ve tam ma’nâsıyle anlaşıldığı takdirde meselelerimizin çözüm yolu açılmış olacak.
Yûnus’a bugün ihtiyâç var mı” şeklindeki bir soru ise, sanki, şahsıma, “Kur’ân’ın yeryüzüne ve insanlığa getirmiş bulunduğu ilâhî aşka ihtiyâç var mı?” Şeklinde bir soru tevcîh edilmiş gibi geldi.

- Yûnus Emre’nin bizim dünyâmızdaki yeri nedir? Tasavvufî ve edebî bakımdan?

- Bu soru ile, eğer, hâlen bizim hayâtımızda Yûnus Emre’nin var olup olmadığını belirtmemizi istiyorsanız hemen ifâde edeyim, yokdur. Eğer onun bizim hayâtımızda olması veya olmaması gerekdiği husûsunu belirtmemi istiyorsanız, bir önceki sorunun cevâbının son cümlesine benzer bir ifâdeyi tekrârlamak isterim:

- Yûnus’un bizim dünyâmızda yâni hayâtımızda olmasını veya olmamasını istemek, Kur’ân’ın yeryüzüne getirdiği ilâhî aşkın bizim cemiyetimizde hayâta geçmesini veya geçmemesini istemek gibi bir şey…

- Yûnus Dîvânı ile alâkalı bu 7 cildlik eserden önce, âdetâ o çalışmanın mukaddimesi mâhiyetinde bazı eserler hazırlayıp yayınladınız. Bize onlardan da bahseder misiniz? Buna niçin ihtiyâç duydunuz?

- Tesbîtiniz doğrudur. Hakîkaten, bugüne kadar, esas ve nihâî hedefe sıçramada ön ve ilk basamaklar vazîfesini görecek bir kısım eserler neşretdik. Tercümelerden Abdülkadir Geylânî’nin Sohbetleri, Hak Yolcusunun Düstûrları ve İlâhî Ahlâk isimli eserlerle, te’liflerden Türklük Gurur ve Şuuru, İslâm Ahlâk ve Fazîleti ve Azrâil’e Meydan Okuyan İki Türk bu cümledendir. Takdîr buyurursunuz ki, mâddî hedeflere adım adım, basamak basamak ve merhale merhale ulaşıldığı gibi, ma’nevî hedeflerde de nihâî gâyeye aynı yolla ulaşılır. İnsan için, ma’nevî merhalelerde nihâî hedef vuslat yâni Yaradan’a kavuşma’dır. Bunun ilk işâreti ve ilk müjdecisi de Kur’ân’ın yeryüzüne ve insanlığa getirmiş bulunduğu ilâhî aşkı duymakdır. Yûnus, insanlık târihinin, bu aşkı duyup vuslata eren sayılı bahtiyârlarındandır. Fakat onun bir husûsiyeti daha vardır ki, çok az kişi bunun farkına varabilir. O husûsiyet, Yûnus’un, hemen hemen her mısrâında, kendisinin tatmış bulunduğu ilâhî aşkı bütün insanlara da tatdırmağa çalışma gayreti içinde bulunmuş olmasıdır.

Sizin de farkına varmış olduğunuz gibi, biz bu yayın işini, çok önceleri tesbit edilmiş belli bir pilân ve program dâhilinde yapıyoruz. Gâyemiz, insanımızın ma’nevî mertebelerde adım adım, basamak basamak ilerlemesine ve nihâî hedef olan vuslata ermesine yardımcı olacak eserleri kendisine ulaşdırmakdır.

- Fuat Köprülü’den başlayarak ilim âleminin ve edebiyât dünyâsının bu konuda yapdıklarını yeterli buluyor musunuz?

- Öncelikle bir husûsu belirteyim. Yûnus hakkında ilk ciddî araşdırma ve çalışmalarda bulunan Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbâkî Gölpınarlı gibi gayretli ve fedâkâr öncülerimizi rahmetlerle ve şükrânlarla anmak durumundayız. Îtirâf edelim ki, kendi devirlerine göre çok büyük ve mubârek işler becermişler. Hepsi de Allah’ın rahmetine garkolsun. Ancak, başka herhangi bir konuda olduğu gibi, Yûnus konusunda da bu değerli insanların yapdıklarının kâfî olduğunu ve yeni araşdırma ve çalışmalara gerek kalmadığını söylemek son derece yanlış, tehlikeli ve zararlı bir hareket olur. Her şeyden önce, mülâkatımızın başından beri anlatmağa çalışdığım gibi, Yûnus, misyonu ve gerçek şahsıyetiyle henüz ortaya konmuş değildir. Bundan başka, böyle bir hüküm, yâni o merhumların Yûnus hakkında yeterli derecede çalışmalarda bulunduklarını, binâen’aleyh, artık o sâhada çalışmaya lüzûm kalmadığını söylemek, geleceğin araşdırmacı parıltılı zekâlarına kilit vurmak demek olur…

- Yûnus’un gerek toplumumuz ve gerekse insanlık tarafından daha iyi anlaşılabilmesi için ne gibi çalışmalar yapılmalı? Müzikal, belgesel, film, kitap v.s.

- Yûnus’un öncelikle ve âcilen kendi insanımıza, daha sonra da bütün insanlığa tanıtılması, husûsunda çağımızın bütün âlât, edevât, imkân ve vâsıtalarından faydalanılmalıdır. Burada en mühim husûs, hangi vâsıta ile olursa olsun, tanıtımın ehil ve liyâkatlı kişiler tarafından yapılmasıdır. Bir heves ile, heveskârca ve gelişigüzel tanıtım yapmağa kalkışılmamalıdır. Zîrâ böyle tanıtımlar, tanıtım sunulan kişiler üzerinde çok kere rûhî bir hareket, heyecan ve ihtizâz meydana getiremediği gibi bazen hayâl kırıklıklarına da sebep olabilir. Bu bakımdan, tanıtım faâliyetleri her yönden-mûsikî, görüntü, ses, yazı- seviyeli ve Yûnus’un şânına lâyık olmalıdır…

- Efendim, takdîr buyurursunuz ki, sizin çok büyük bir emek mahsûlü bu eserinizi duyan herkes, sabırsızlıkla ona bir an önce sâhip olmak isteyecekdir. Bu bakımdan, eserin ne zaman basılacağı husûsunda da bilgi verebilir misiniz?

- Mehmed Nûri Beyefendi, Yûnus üzerindeki bu muazzam çalışmamız 2001 yılında tamamlanmışdı. Ogün-bugün, yâni yedi senedir basım gününün gelmesini bekliyor. Şahsen kendim 7 cildlik bu dev eserin mâlî külfetini karşılayacak güce sâhip değilim. Destek için bazı teşebbüslerimiz olduysa da müsbet bir netîce alamadık. Şu anda, eserin ne zaman basılacağını maal’esef ben de bilmiyor ve söyleyemiyorum. Zâten yedi sene gibi hiç de küçümsenmeyecek bir zaman heder oldu. Oysa bu eser, daha ânında basılması gereken bir eserdi. Zîrâ Yûnus, bizim millî varlık ve bekamızın iki temel direğini olabildiğince sağlamlaşdırmış bir şahsıyetdi.

Sözün kısası, eserin basımı husûsunda size târih veya zaman veremeyeceğim. Bir yedi sene daha mı geçer, yoksa, İngiliz yazar Emily Bronte’un eseri gibi ancak yüz sene sonra mı basılabilir, bilemem. Bildiğim ve söyleyebileceğim tek şey, gerekli mâlî imkâna kavuşduğumuz an, koşar adım matbaaya gidip eseri basdıracağımızdır…


Yorumlar - Yorum Yaz
Köşe Yazıları