• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/dilbilimciyamanarikan

Takvim
Site Haritası

Mahmut Çetin

Konuşan: Yaman Arıkan 
Mülâkatı Yapan: Mahmut Çetin 
Mülâkatın Konusu: Yûnus Emre
Mülâkat Tarihi: 12 Şubat 2005


ASRIN MİLLÎ DİL VE MİLLÎ KÜLTÜR HÂDİSESİ

Dilbilimci Yazar Yaman Arıkan, Kırk Yıllık Bir Çalışma Sonucu BİZİM YÛNUS’U Bütün İhtişamıyla Gün Işığına Çıkardı.

Son senelerde; ülkemiz, millî varlık ve bekaamızı tehdît edici içli-dışlı büyük tezgâhlarla karşı karşıya. Yıkıcı içli-dışlı şer cephesi, âdetâ dolu dizgin yol alıyor. Türklüğe karşı yürütülen bu yıkım hareketleri, öyle basit ve münferit faâliyetler değil. Bil’akis, cihan çapında tezgâhlanmış ve pek hesaplıca hazırlanmış ve gâyet sinsice yürütülmekde olan çok yönlü faâliyetler. Bu elîm gidişât karşısında, ülkenin gerçek vatanperverlerinin, âdetâ bir diken üzerinde dururcasına huzûrsuz oldukları da muhakkak.

Böyle bir hengâmede, münferid de olsa, millî varlık ve bekaamızın devâmını sağlayacak çalışmaların da var olduğunu duymak, daralan yürüklere serin su serpiyor, ferahlık veriyor.

Duyduk ki, dilbilimci yazar Yaman Arıkan, on yıllar süren uzun bir çalışma netîcesi, BİZİM YÛNUS’u bütün ihtişâmiyle gün ışığına çıkarmış. Haberi duyunca, daralmış ve bunalmış durumdaki yüreklerimize serin bir suyun serpildiğini hemen hissetdik. Şimdi, bizi rûhumuzun hücrelerine kadar ferahlatan ve sevince garkeden bu haberle ilgili mülâkatı sizlere sunuyoruz.

— Efendim, Yûnus’a bu ilginiz nasıl ve ne şekilde başladı?
— İlginçdir, benim Yûnus’la tanışmam, daha dört-beş yaşlarımda oldu. Bizim çocukluk yıllarımızda şimdiki gibi yayın ve haberleşme vâsıtaları yokdu. Hemen hemen, köylü köyünde, şehirli şehrinde, mahalleli mahallesinde sâbit kalırdı. Ancak, o devrin, belki de çok kimsenin farkında olmadığı bir husûsiyeti vardı. Bu, millî kültürümüzün, şifâhî-sözlü olarak dilden dile aktarılmasıydı. Köy odalarında, düğün-dernek toplantılarında, akşam oturmalarında,… çok kerre, okuması-yazması bile olmayan nineler, dedeler veya herhangi kişiler, başda Yûnus olmak üzere millî kültürümüzün ileri gelen şahsıyetlerinden söz açarlar, bilhâssa Yûnus’dan, mutlaka bazı şiirler de okurlardı. İşte ben, henüz dört-beş yaşlarımda iken, Yûnus adını bu akşam oturmalarında duydum.

— Bu ilgi, daha sonraları nasıl gelişdi ve nasıl bir seyir ta’kîp etdi?
— Dediğim gibi, Yûnus’la henüz dört-beş yaşlarımda bir çocuk iken, tanışdım. Yûnus ismi, henüz o yaşlarda iken zihnime nakşoldu. Ancak, îtirâf etmeliyim ki, bu, tam bilinçli-şuurlu bir tanışma değildi. Bunda yaşın tesiri olsa gerek. Daha sonraları, Yûnus’la ilk şuurlu tanışma diyebileceğim tanıma, İstanbul’da ilk öğrencilik yıllarımda oldu. O yıllarda, lise edebiyât derslerinde, şimdilerde Allah’ın rahmetine tevdî edilmiş bulunan Nihad Sâmi Banarlı hocanın hazırlamış olduğu edebiyât kitapları okunurdu. Orada, Yûnus hakkında da, bir ders kitabında pek de anımsanamayacak mıktarda bilgiler vardı. Bununla berâber, beni tam şuurlu ve ateşli bir şekilde Yûnus’a yönelten esas hâdise, yine o yıllarda, batılı bir Türkiyatçının (Türkolog), Yûnus’un Türkçe’si hakkında sarfetmiş bulunduğu bir söz oldu.

— O sözü öğrenebilir miyiz?
— Tabîi. O ilk öğrencilik yıllarımda, hiç aksatmadan günlük gazete okuyordum. Bir sabah, yine gazeteyi karışdırırken bir haberle karşılaşdım. Toplanan bir Türkiyât-Türkoloji kurultayında, batılı bir Türkiyâtçı şu sözü sarfetmiş:
— Eğer Yûnus’un Türkçe’si günümüze kadar yaşatılabilseydi, bugün dünyâda konuşulan dillerin en güzeli Türkçe olacakdı.
Bu söz, âdetâ bir şimşek çakmışcasına benim beynime nakşoldu. Gazeteyi hemen elimden atıp, Bâyezid’deki sahaflar çarşısına Yûnus’la ilgili kitap aramağa koşduğumu hatırlıyorum.

— Bulabildiniz mi?
— Maal’esef bulamadım. Fakat Yûnus ismi bir kerre benim beynime iyice nakşolmuş, rûhumda onun meş’alesi iyice parlamışdı. Daha sonraları öğrendim ki, bu büyük insanla ilgili ilk ciddî araşdırma, vefâtından 650 sene sonra, ancak 1915’lerde yapılmış.

— Kitapçılarda Yûnus’la ilgili eser bulamayınca ne yapdınız?
— Kütüphânelere yöneldim. Bizim, İstanbul kütüphâneleri bilhâssa yazmalar yönünden bir hazîne. Bugün dahi bu kütüphânelerde henüz el değmemiş ve gün ışığına çıkarılmamış sayısız yazmalar mevcud. Ne var ki, onları gün ışığına çıkarma husûsunda esaslı bir çalışma ve araşdırma da yok. Yapılan çalışmalar, müesseseler çapında değil, münferid. Esâsen, o eserleri gün ışığına çıkarmak, rasgele kişilerin yapabileceği iş de değil. Bil’akis, çok yönlü ve iyi yetişmiş kişilerin yapabileceği iş.

— Çıkardığınız şiirlerin sayı olarak adedi belli mi?
— Evet ilginçdir, çıkardığım şiirlerin adedi menkıbedeki geleneğe uygun.

— O gelenek nedir?
— Meşhur Molla Kaasım hikâyesi. Anlatılır ki, Yûnus’un vefâtından ikiyüz sene sonra, Molla Kaasım adında, biraz mürekkep yalamış birisinin eline Yûnus’un Dîvân’ı geçer. Akşam ocak başına oturur, başlar Yûnus’un şiirlerini tetkîk etmeğe. Ne var ki, Molla Kaasım, Yûnus’un şiirlerini mollalık ölçüleriyle tartdığı için, okuduğu her şiire bir kusûr bulur ve hemen ilgili yaprağı yırtıp önündeki ocağa atar. Derler ki, Molla Kaasım’ın, o gece her birine bir kusûr bulup yakdığı şiir sayısı bin adetmiş.

O gece Yûnus’un Dîvânı’nın tetkîkini bitiremeyen Molla Kaasım, ertesi gün deniz sâhiline gezmeğe gider. Dîvân da berâberindedir. Deniz kıyısına oturur ve kalan şiirleri yine mollalık ölçüleriyle okumağa başlar. Ne var ki, okuduğu her şiir, yine onun mollalık ölçülerine takılır ve yırtılıp denize atılır. Derler ki, Molla Kaasım’ın mollalık ölçülerine takılıp denize atılan şiir sayısı da bin adetmiş.

Henüz Dîvân’daki şiirlerin tamâmını okumayı bitiremeyen Molla Kaasım, sonunda öyle bir şiire gelmişdir ki, Yûnus, o şiirinin son dörtlüğünde şöyle demektedir:

Derviş Yûnus bu sözü,
Eğri-büğrü söyleme,
Seni sîgaya çeker,
Bir MOLLA KAASIM gelir.

Bunu gören Molla Kaasım, “Eyvaaah, ben ne yapdım!” diyerek saçını-başını yolar amma, iş işden geçmişdir.

Güzel bir yorumla derler ki:
— Molla Kaasım’ın, yakıp buhârlarının ve dumanlarının göğe yükselmesine sebep olduğu bin şiir, gökde melâikenin ve ervâhın hakkıymış. Denize atdığı bin şiir de denizdeki canlıların hakkıymış. Geriye bin şiir kalmış. O bin şiir de insanların hakkıymış.
Sizin anlayacağınız, ben de yazmalardan bin cıvârında şiir çıkardım.

— Efendim, Yûnus’la dört on yıl yâni kırk yıl berâber bulundunuz. Bir insan ömründe kırk yıl, çok uzun bir zaman. Yûnus’la bu kırk yıllık berâberliğinizde neler duydunuz, neler hissetdiniz?
— Neler duymadım, neler hissetmedim ki! Kendi şahsım zâviyesinden, Yûnus’un ifâdesiyle, “Gökler gibi gürledim. Yerler gibi inledim. Sular gibi çağladım”

Milletim hesâbına da esefler etdim, binlerce hayıflandım. Zîrâ Cenâb-ı Hakk, Yûnus gibi bir Allah dostunu ve hakîkat sevdâlısını yalnız Türk Milleti’ne vermiş, benim milletimin okumuşları, onunla ancak ölümünden 650 sene sonra ilgilenmeğe başlamış. O da yarım-yamalak bir ilgileniş…

— Efendim, sizce Yûnus’un “vazîfesi” yâni firenkçe söylersek “misyonu” neydi?
— Millî varlık ve bekaamızın iki temel direği olan DİLİMİZİ ve DÎNİMİZİ olabildiğince sağlamlaşdırmak!...

— Yûnus’un Eseri diyebileceğimiz bu çalışma, şu anda tamamlandı mı?
— Türkçe’mizin ve milî kültürümüzün alfabesi diyebileceğimiz bu eser, 3000 sayfa ve 6 cild hâlinde şu anda basıma hazırdır. Ancak, bir kısım mâlî zorluklarla karşı karşıyayız. Bu engeller aşıldığı an eser, derhal basılacak ve Türk Milleti’nin istifâdesine sunulacakdır.


Yorumlar - Yorum Yaz
Köşe Yazıları